31 Aralık 2012 Pazartesi

Adli Kontrol



Adli kontrol, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenmiş bir koruma tedbiridir. Bilindiği üzere, ceza muhakemesinde, yargılamanın usulüne uygun bir biçimde gecikmeksizin gerçekleştirilebilmesini, maddi gerçekliğe ulaşmak ve ulaşılan gerçeklik doğrultusunda verilmiş olan kararların uygulanabilmesini sağlamak amaçlarıyla, ölçülülük ilkesi de göz önünde bulundurulmak suretiyle, ilk bakışta haklı görünmesi koşuluyla uygulanan, suç işlendiğine ilişkin şüphenin doğduğu andan itibaren, geçici olarak temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran yahut kaldıran önlemlere koruma tedbirleri denilmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu 109. Maddede adli kontrolü düzenlemiştir. Adli kontrol müessesi geçtiğimiz aylarda basında 3. Yargı Paketi olarak adlandırılan 6352 sayılı kanun ile değişikliğe uğramış, bu değişiklik çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Adli kontrol; şüpheli yahut sanığın, tutuklama koşullarının varlığı halinde, ölçülülük ilkesi çerçevesinde, tutuklama ile ulaşılabilecek amaçlara uygun olduğu takdirde, kanunda sayılı bir veya birkaç yükümlülüğe tabi tutulmasıdır. Adli kontrol, tutuklanmayı gerektiren koşulların varlığı halinde, şüpheliye/sanığa daha hafif nitelikte bir tedbir uygulanmasını sağlamak suretiyle, tutuklamaya alternatif olarak getirilmiştir.
Adli kontrol, hukukumuza 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile birlikte girmiş yeni bir kurumdur. Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda tutuklamaya alternatif niteliği taşıyan, tutuklama yerine uygulanabilecek tedbirler mevcut değildi. Mülga Kanun’da, sadece tutuklama kararının infazını erteleyen kefalet verilmesine ilişkin hüküm yer almaktaydı. Buna göre, delillerin karartılmasına veya tanıkların ve bilirkişilerin etki altına alınmasına ilişkin davranışlar dışındaki sebeplerle tutuklama kararı verildiğinde, infazdan kefalet verilmesi şartıyla, vazgeçilebilmekteydi.

Adli kontrol müessesinden herkes yararlanamamaktadır. Bunun koşulları vardır ki, bunlar CMK 109. maddede sayılmıştır. Mevcut CMK 109 hükmü şöyledir:
Madde 109 -  (1) (Değişik fıkra: 02/07/2012-6352 S.K./98.md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
(2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.
(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:
a) Yurt dışına çıkamamak.
b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak.
c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak.
d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek.
e) Özellikle uyuşturucu, uyarıcı veya uçucu Maddeler ile alkol bağımlılığından arınmak amacıyla, hastaneye yatmak dahil, tedavi veya muayene tedbirlerine tâbi olmak ve bunları kabul etmek.
f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.
g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında  adlî emanete teslim etmek.
h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.
i) Aile yükümlülüklerini yerine getireceğine ve adlî kararlar gereğince ödemeye mahkûm edildiği nafakayı düzenli olarak ödeyeceğine dair güvence vermek.
j) (Ek bent: 02/07/2012-6352 S.K./98.md.) Konutunu terk etmemek.
k) (Ek bent: 02/07/2012-6352 S.K./98.md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.
l) (Ek bent: 02/07/2012-6352 S.K./98.md.) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.
(4) (Mülga fıkra:02/07/2012-6352 S.K./98.md.) 
(5) Hâkim veya Cumhuriyet savcısı (d) bendinde belirtilen yükümlülüğün uygulamasında şüphelinin meslekî uğraşılarında araç kullanmasına sürekli veya geçici olarak izin verebilir.
(6) Adlî kontrol altında geçen süre, şahsî hürriyeti sınırlama sebebi sayılarak cezadan mahsup edilemez. Bu hüküm, Maddenin üçüncü fıkrasının (e) bendinde belirtilen hallerde uygulanmaz.
(7) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.19.md) Kanunlarda öngörülen tutukluluk sürelerinin dolması nedeniyle salıverilenler hakkında  adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

Adli kontrol kararına hükmedebilecek merciler ise CMK 110’da düzenlenmiştir. “(1) Şüpheli, Cumhuriyet savcısının istemi ve sulh ceza hâkiminin kararı ile soruşturma evresinin her aşamasında adlî kontrol altına alınabilir.
(2) Hâkim, Cumhuriyet savcısının istemiyle, adlî kontrol uygulamasında şüpheliyi bir veya birden çok yeni yükümlülük altına koyabilir; kontrolun  içeriğini oluşturan yükümlülükleri bütünüyle veya kısmen kaldırabilir, değiştirebilir veya şüpheliyi bunlardan bazılarına uymaktan geçici olarak muaf tutabilir. 
(3) 109 uncu Madde ile bu Madde hükümleri, gerekli görüldüğünde, görevli ve yetkili diğer yargı mercileri tarafından da, kovuşturma evresinin her aşamasında uygulanır.”

Adli kontrol kararının kaldırılması CMK 111’de düzenlenmiştir. “(1) Şüpheli veya sanığın istemi üzerine, Cumhuriyet savcısının görüşünü aldıktan sonra hâkim veya mahkeme 110 uncu Maddenin ikinci fıkrasına göre beş gün içinde karar verebilir.
(2) Adlî kontrole ilişkin kararlara itiraz edilebilir.”

Adli kontrol kararlarına uymamanın sonucunda ne olacağı ise CMK 112. maddede düzenlenmiştir.  Bu hükme göre “(1) Adlî kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir. “ 

25 Aralık 2012 Salı

Suçun Özel Görünüş Biçimleri 3 -İştirak-


Bir kişi tarafından işlenebilen bir suçun, birden çok şahıs tarafından, önceden anlaşarak işbirliği içinde işlenmesi halinde, failler arasında iştirak bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçekten de suçların birden fazla kimse tarafından işlenmesi suretiyle daha kolay işlenebileceği ve daha tehlikeli bir durumun mevcut olacağı düşüncesiyle bir suçun tek kişi tarafından işlenmesine nazaran, iştirak halinde işlenmesi ağırlatıcı sebep olarak düzenlenebilir. Kanunumuz ise sadece bir kaç suç bakımından bunu cezayı artıran bir nitelikli hal olarak öngörmüş (örneğin, TCK 102/3-d, 106/2-c, 149/1-c), ancak genel bir ağırlatıcı neden olarak düzenlememiştir. Yukarıda belirtilen maddelerde suçun “birden fazla kişi tarafından birlikte” işlenmesi bir ağırlaştırıcı neden olarak öngörülmüştür. İştirak müessesesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda madde 37 “faillik”, madde 38 “azmettirme”, madde 39 “yardım etme”, madde 40 “bağlılık kuralı”, madde 41 “iştirak halinde işlenen suçlarda gönüllü vazgeçme” başlıkları altında düzenlenmiştir.

Öncelikle 37. Maddeye bakacak olursak 37. maddenin 1. fıkrasında “Suçun kanunî tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur. “ denmekte ve burada müşterek faillikten bahsetmektedir. Yani bir fiilin gerçekleştirilmesinde birden çok kişi rol alarak sonuca etki etmektedir. Buna, müşterek faillik adı verilmektedir. 37. maddenin 2. fıkrasında ise “Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır.“ diyerek dolaylık faillik olarak nitelendirilen bir başkasını suçun işlenmesinde kullanma eylemin gösterilmiştir. Dolaylı faillikte suç için kullanılan kişi, kendisinin suçun işlenmesinde kullanıldığını bilmiyor olması gerekir.

38. maddede ise azmettirme yer alıyor. 38. maddenin 1. fıkrasına göre “Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.” Diyor. Yani azmettiren, azmettirileni hangi suçu işlemeye azmettirdiyse suçun gerçekleşmesi durumunda azmettiren de o suçun cezasıyla cezalandırılır. 38. maddenin 2. fıkrasında “Üstsoy ve altsoy ilişkisinden doğan nüfuz kullanılmak suretiyle suça azmettirme hâlinde, azmettirenin cezası üçte birden yarısına kadar artırılır. Çocukların suça azmettirilmesi hâlinde, bu fıkra hükmüne göre cezanın artırılabilmesi için üstsoy ve altsoy ilişkisinin varlığı aranmaz.” Denilerek belirtilen nitelikteki kişilerin azmettirilen olması durumunda azmettiren için cezada ağırlaştırma olacağı hususu düzenlenmiş. 38. Maddenin 3. fıkrasında ise, “Azmettirenin belli olmaması hâlinde, kim olduğunun ortaya çıkmasını sağlayan fail veya diğer suç ortağı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunabilir. Diğer hâllerde verilecek cezada, üçte bir oranında indirim yapılabilir.” Hükmü düzenlenmiş.

İştirak hallerinin kanuna yansıyan diğer bir biçimi de yardım etmedir. Yardım etme TCK 39. Maddede düzenlenmiştir. Bu maddenin 1. fıkrasına göre, “suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.” 39. Maddenin 2. Fıkrasında ise hangi hallerin yardım etme sayılacağı belirtilmiş. Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak.

İştirak müessesinin önemli konularından biri de iştirakte bağlılık kuralıdır. Bu husus TCK 40. Maddede düzenlenmiştir. İlk fıkraya göre “Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.” Aynı maddenin 2. fıkrası “Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.” diyor. Suça iştirakten sorumlu tutulabilmek için ne olması gerektiği ise bu maddenin 3. fıkrasında düzenlenmiş. Buna göre, “Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir.”
Son olarak iştirak halindeki suçlarda gönüllü vazgeçme hususu düzenlenmiştir. Bu da TCK 41. Maddede düzenlenmiştir. Bahsedilen maddeye göre, “İştirak hâlinde işlenen suçlarda, sadece gönüllü vazgeçen suç ortağı, gönüllü vazgeçme hükümlerinden yararlanır.” Hangi hallerde gönüllü vazgeçme hükümleri uygulanacağı ise 41. maddenin 2. fıkrasında yer almıştır. Hükme göre, Suçun;
a) Gönüllü vazgeçenin gösterdiği gayreti dışında başka bir sebeple işlenmemiş olması,
b) Gönüllü vazgeçenin bütün gayretine rağmen işlenmiş olması,
Hâllerinde de gönüllü vazgeçme hükümleri uygulanır.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Suçun Özel Görünüş Biçimleri 2 -İçtima-



İçtima, kelime anlamı olarak “bir araya getirme” ve ya “toplama” anlamını taşır. Kelimenin özünden de anlaşılacağı üzere ceza hukukunda içtima, suçların bir araya gelmesi anlamını taşımaktadır. İçtima, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 42,43 ve 44. Maddelerinde düzenlenmiştir. 42. madde bileşik suç, 43. madde zincirleme suç, 44. madde ise fikri içtima başlıklarını taşımaktadır. İçtima konusunda bahsedilmesi gereken ilk husus gerçek içtima ve fikri içtima ayrımıdır. Gerçek içtima da denilen cezaların birleşmesinde, suçların birleşmesinden farklı olarak, işlenen suçlar birbirlerinden tamamen bağımsızdır ve fail hakkında her bir suç için fiilen uygulanabilen birden çok ceza yaptırımı sözkonusudur. Suçların birleşmesinin dışında kalan durumlarda, ilke olarak birbirinden bağımsız her suç nedeniyle faile ilgili suçun karşılığı olan ceza yaptırımının uygulanması gerekir.  Cezaların birleştirilmesi kuralları, bu gibi durumlarda faile verilecek cezayı belirler. Cezaların birleştirilmesine ilişkin kuralların uygulanabilmesi için öncelikle suçların birleştirilmesi hallerinden birinin bulunmaması, yani birden çok ve birbirlerinden bağımsız suç ve cezaların sözkonusu olması gereklidir. Cezaların birleştirilmesi açısından diğer önemli bir koşul ise, birleştirilecek cezaların infaz edilebilir olmalarıdır. Örneğin, düşme gibi bir nedenle cezanın infazı olanaklı değilse böyle bir ceza hakkında cezaların birleştirilmesi kuralları uygulanamaz. Hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı tamamlanmışsa, bu cezanın içtima işlemine katılması olanaksızdır. Buna karşılık infaz devam etmekte ise, o ceza ile ilgili diğer mahkumiyetinin cezasının içtima ettirilebileceği hususunda hiçbir kuşku yoktur.

Gerçek içtimanın üzerinde durduktan sonra, fikri içtimayı ele alacak olursak Fikrî içtima, tek bir fiille kanunun birden çok hükmünün ihlal edilmesidir. Nitekim TCK. md. 44’te “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren  suçtan dolayı cezalandırılır” hükmüyle, fikrî içtimaya yer verilmiştir. Fikrî içtima da, suçların içtimaı şekillerinden biridir. Zira, tek bir fiille birden çok ihlal gerçekleştirilmiş olmasına rağmen faile tek ceza verilir. Bu düzenleme aynı zamanda fiil sayısının; ihlalin ve dolayısıyla suç sayısının tespitinde dikkate alınamayacağını da gösterir. Fikrî içtimada tek hareketle kanunun birden fazla hükmünün ihlali nedeniyle ortaya çıkan suçlar, birbirinden bağımsızdır. Herhangi bir nedenle ihlal edilen suçlardan biri ortadan kalktığında, failin diğer suçtan sorumluluğu devam eder.

Gerçek içtima ve fikri içtima konularından bahsettikten sonra 5237 sayılı TCK’da içtima başlığı altında düzenlenmiş olan “Bileşik Suç” ve “Zincirleme Suç” kavramlarını inceleyebiliriz. Zincirleme suç TCK md. 43’te düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza ... artırılır”. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle zincirleme suça yer verilmiştir. Zincirleme suçtan söz edebilmek için, birden fazla suçun varlığı gerekir. Bileşik suçta da birden çok suç söz konusudur. Zincirleme suç da, bileşik suç gibi suçların içtimaının bir şeklidir. Bu suçun varlığı için de, suç sayısını tespit önemlidir. Bir suç işleme kararının icrası kapsamında ya bir kişiye karşı aynı suç birden fazla işlenmeli ya da aynı suç birden fazla kişiye karşı tek bir hareketle işlenmelidir. “Aynı suç”  kavramına suçun basit ya da nitelikli halinin dahil olup olmadığı kanunda belirtilmiştir. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli halleri, aynı suç kapsamında sayılır. Zincirleme suç için aynı suçun birden fazla işlenmesi şarttır. 

Bileşik suçta ise, birden çok norm birleşerek ya bir başka suçun unsurunu oluştururlar ya da biri diğerinin ağırlaştırıcı nedenini oluşturur.  Bileşik suçta kaynaşma tamdır. Bileşik suç, kendisini oluşturan suçlara bölünemez. Nitekim, bileşik suça vücut veren suçlar, bir bütün oluşturduklarından, failin iradesi dışında bir nedenle bileşik suçun tamamlanamaması halinde, fail bünyesinde birleşen suçlara değil, bileşik suça teşebbüs etmiş sayılır. Zincirleme suçta ise, her bir suç bağımsızlığını korur. Zincirleme suç olarak nitelendirilen suçlar, teselsüle dahil son suçun işlendiği yerde tamamlanır; bileşik suçta ise, kendisini oluşturan suçların değil, bileşik suçun kendine özgü sonucunun gerçekleştiği yer ve zamanda işlenmiş sayılır.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Suçun Özel Görünüş Biçimleri 1 -Teşebbüs-


Teşebbüs, failin suç işlemek üzere icra hareketlerine başlamış olmasına karşın elinde olmayan nedenlerle kanuni unsur içinde tanımlanan sonucun gerçekleşmemiş olmasıdır.  Teşebbüs, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 35. Maddesinde düzenlenmiştir.  Türk Ceza Kanunu’na göre 35. Maddenin 1. Fıkrasında geçtiği üzere, “Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.” Burada da belirtildiği üzere teşebbüsten sorumlu tutulabilmek için, suça elverişli hareketlerle icraya başlanıp elde olmayan hareketlerle suçun işlenememesi gerekir. Teşebbüs halinde elbette fail, teşebbüs ettiği suçun tam cezasını almayacaktır. Bunun ne kadar olacağı Türk Ceza Kanunu 35. Madde 2. Fıkrada belirtilmiştir. Buna göre, Suça teşebbüs hâlinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. Bir suça teşebbüs edilmesi ve bu suçun teşebbüs aşamasında kalması suçun gerçekleşmemesi demektir. Bu durumda neden teşebbüs aşamasında kalan bir suça ceza verildiği gündeme gelebilir ki bunun da cevabı şudur: Teşebbüs aşamasında kalan bir suçta fail suçu işleyemez, fakat mağdur bir tehlikeyle karşı karşıya kalmıştır. Mağdurun karşı karşıya kalması cezalandırma sebebi olarak düşünülmektedir.

Eski Türk Ceza Kanunu’nda teşebbüs böyle düzenlenmemişti. Bu müessese 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda eksik teşebbüs ve tam teşebbüs olarak iki kısımda düzenlenmişti. Fail icra hareketlerini tamamlayamamış ise eksik teşebbüs, icra hareketlerinin tamamlanmış olmasına rağmen sonuç gerçekleşmemişse tam teşebbüs söz konusudur. Bu düzenlemeye 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer verilmemiştir. Bilindiği üzere yakın bir zamanda hükmü verilen dava sonucunda işlenen eylemin eksik teşebbüs barındırdığı mahkeme tarafından verilen hükme konu olmuştur. Mevcut kanunda bu yönde bir düzenleme yoktur. Fakat dava konusu suçun eski kanun zamanında işlenmiş olması nedeniyle lehe kanun prensibinden yola çıkılarak eylemin eksik teşebbüse konu olduğuna dair bir karar çıkmıştır.

Teşebbüsle karıştırılan bir husus vardır ki bu da 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suça Teşebbüs” başlığı altında yer almaktadır. Bu müessese “gönüllü vazgeçmedir.” Bu müessese,  şöyle ortaya çıkar: İcranın bitmesine ya da neticenin meydana gelmesine, failin iradesine bağlı sebepler engel olmuş ise teşebbüs hükümleri uygulanmaz. Bu duruma “ihtiyariyle vazgeçme” (gönüllü vazgeçme) denmektedir. Gönüllü vazgeçme Türk Ceza Kanunu’nun 36. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre, “Fail, suçun icra hareketlerinden gönüllü vazgeçer veya kendi çabalarıyla suçun tamamlanmasını veya neticenin gerçekleşmesini önlerse, teşebbüsten dolayı cezalandırılmaz; fakat tamam olan kısım esasen bir suç oluşturduğu takdirde, sadece o suça ait ceza ile cezalandırılır.” Gönüllü vazgeçme dahilinde önemli bir teori vardır; kriminal politik teori olarak da adlandırılan bu teorinin temel fikri, faile, onu suçu tamamlamaktan alıkoymak için bir neden sunmaktır. Bu “altın köprü” olarak adlandırılmaktadır. Buna göre fail bir suç işleyecekken kendiliğinden bu suçu işlemekten vazgeçerek, suç işlemeyi değil diğer bir seçenek olarak işlememeyi tercih edip, altın köprünün yolunda ilerlemektedir. Altın köprü, suç işlemekten vazgeçen bir kimsenin, suç işlememe yoluna verilen bir isim gibidir.

Tüm bunlardan sonra toparlamak gerekirse teşebbüsün gerçekleşmesi için mevcut olması gereken şartlar şöyledir:
-Failin kasten hareket etmesi
-Hareketin suç işlemeye elverişli olması
-Doğrudan icra hareketlerine başlama
-Failin elinde olmayan nedenlerle kanuni unsurda yer alan neticenin gerçekleşmemiş olması.

Özetle, 5237 sayılı TCK’nın teşebbüs hükümlerine dair değişik düzenlemeleri yerinde olmuştur. Eski kanundaki eksik teşebbüs-tam teşebbüs ayrımına son verilmiştir. Kanun metninin sade bir dille hazırlanmış olması da bir artıdır.